Ahkâmın Değişiminde Amel ve Hadis Dilemması: Şevvâl Orucu Çerçevesinde Hadis Rivayetlerinin Mekruh Ameli Müstehaba Dönüştürmesi

Bu makale İslam dünyasının farklı coğrafyalarında yaygın olarak uygulanan Şevvâl orucunun köklerine ilişkin bir araştırma yoluyla ibadetlerde hükmün değişmesinin sınırları konusunu incelemeyi amaçlamaktadır. Araştırma öncelikle Şevvâl orucunun dört sünni mezhep içerisinde sahip olduğu hükmü kronoloj...

Full description

Bibliographic Details
Main Author: Ahmet Temel
Format: Article
Language:Turkish
Published: Cumhuriyet University 2018-12-01
Series:Cumhuriyet İlahiyat Dergisi
Subjects:
Online Access:https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/37971/460152?publisher=cumhuriyet
Description
Summary:Bu makale İslam dünyasının farklı coğrafyalarında yaygın olarak uygulanan Şevvâl orucunun köklerine ilişkin bir araştırma yoluyla ibadetlerde hükmün değişmesinin sınırları konusunu incelemeyi amaçlamaktadır. Araştırma öncelikle Şevvâl orucunun dört sünni mezhep içerisinde sahip olduğu hükmü kronolojik olarak ele almış ve hükümde temel alınan rivayetlerin tahlilini yapmıştır. Sonuç olarak kerahet, ibâha ve nedb hükümleri çerçevesinde bu ibadetin hükmünün, rivayetlerin paradigmatik bir meşruiyet kaynağı  seviyesine ulaşmasının etkisiyle Mâlikî ve Ḥanefî mezhebinde başlangıçtaki mekruh hükmünden müstehab hükmüne dönüştüğü tespit edilmiştir. Şâfiʿî mezhebinde kurucu imamların görüş belirtmemesine rağmen daha sonra; Ḥanbelî mezhebinde ise kurucu imamlar tarafından aynı etkiyle müstehâb olarak ihdâs edildiği tespit edilmiştir. Aynı zamanda ilgili rivayetlerin esasında bir sahabî çıkarımına dayanmış ve süreç içerisinde refʿ edilerek Hz. Peygambere nispet edilmiş olması güçlü bir ihtimal olarak öne sürülmüştür.  Neticede ilk iki asırda uygulanmamış olmasına rağmen, bir başka deyişle amele aykırı olmasına rağmen sayısı belirli bir ibadetin, rivayetleri sünnetin tek otantik taşıyıcısı olarak telakki eden anlayışın etkisiyle ihdâs edildiği tespiti yapılmıştır. Özet: İslam Hukuku’nda ahkâmın değişimi konusu çeşitli vesilelerle sıklıkla gündeme gelmekte ve artan sayıda akademik çalışmalar kitap, makale ve tebliğ boyutlarında bu değişimin özellikleri ve sınırlarını belirlemeye çalışmaktadır. Bu çalışmalar çoğunlukla modernitenin meydan okuyuşlarına cevap sadedinde İslam hukukunun esnekliği üst başlığında toparlanabilecek argümanların bir araya getirilmesi noktasında yoğunlaşmış görünmektedir. Ancak İslam Hukuku’nda ahkâmın değişimi inkârı kâbil olmayan bir vâkıa ise de bu değişimi yalnızca İslam hukukunun zamanın gereklerine göre değişimi perspektifinden okumak eksik bir okumadır. İslam Hukuku’nda hükümlerin değişiminin farklı sâikleri vardır ve zamanın değişimi, daha doğru bir ifadeyle örfün değişimi, bunlardan sadece biridir. Diğer yandan, ahkâmın değişimi ile ilgili olarak eksik ele alınan bir diğer konu da bu değişimin muʿâmelât alanı diye ifade edilen insanlar arası ilişkileri düzenleyen hükümler noktasında gerçekleşebileceği iddiasıdır. Bu iddia esasında yukarıda zikredilen ahkâmın değişmesi için örfün değişimini esas alan yaklaşıma dayanmakta ve İslam hukukunun diğer iki temel alanı ibâdetler (ʿibâdât) ve cezâlara (ʿuḳûbât) ilişkin hükümlerin de örfe dayalı olmadıkları gerekçesiyle değişmeyeceğine dair bir kabulü içermektedir. Bu makale ahkâmın değişiminde hükmün dayandığı delil ile ilişkili bir değişimi ihmâl edilen önemli bir sâik olarak ortaya koymaya çalışacaktır. Böylelikle çoğunlukla değişime kapalı bir alan olarak ele alınan ibâdetlerde de bir değişimin gerçekleştiğinin tespitini yaparak bu değişimin sınırlarını inceleyecektir. Makalenin örnek olarak ele aldığı konu İslâm dünyasının muhtelif bölgelerinde yaygın bir biçimde müstehâb olarak uygulanmakta olan Şevval ayında altı gün tutulan oruçtur. Bu orucun dayandığı temel delil ehl-i sünnetin muteber hadis kaynaklarında da nakledilen “Kim Ramazanı tutar ve Şevvâl’den altı gün eklerse, ona bir senenin orucu yazılır.” şeklindeki rivâyettir. Bugün müstehab hükmü üzerinde büyük bir ittifaka konu olan bu oruç, hicrî ikinci asrın iki büyük fâkihi ve kronolojik olarak ilk iki büyük mezhebin de kurucu imâmları olan Mâlik b. Enes ve Ebû Ḥanîfe tarafından mekrûh olarak addedilmiştir. Mâlik, bize ulaşan tek eseri el-Muvaṭṭâʾ’da bu orucu tutan hiçbir âlimi tanımadığını ve bu konuda kendisine bir hâber de ulaşmadığını çok net bir biçimde ifade eder. Gerek Mâlik’in gerekse Ebû Ḥanîfe’nin konu hakkında bir görüş beyân etmiş olması onların döneminde bu uygulamanın ya zikri geçen ḫaber-i vâḥid ile ya da bu rivâyete dayalı bir amel olarak hicrî ikinci asrın ilk yarısında ortaya çıkmaya başladığını gösterir. Ancak her iki imâm da böyle bir ibâdetin mekruh olacağını oldukça sert sözlerle ifade etmişlerdir. Bu çok keskin ifadelere karşın, bu iki imâmın da takipçileri tarafından te’sis edilen mezhepler ise zaman içerisinde imâmlarının görüşlerini terketmiş ve mezhep görüşü olarak Şevvâl orucunun müstehâb hükmünde olacağı yaygın bir biçimde kabul edilmiştir. Bu makale mezhep içerisinde bir ibadete ilişkin olarak ortaya çıkan bu keskin değişimin nasıl bir süreç içerisinde ve hangi sâikle gerçekleştiğini incelemektedir. Buna göre bu değişimdeki temel sâik normatif bir hüküm kaynağı olarak sünnetin nasıl belirleneceğine ilişkin paradigmatik bir dönüşümün gerçekleşmiş olmasıdır. Şöyle ki; her ne kadar hicrî ikinci asır itibarıyla ḫaber-i vâḥidin ẓannî bir bilgi kaynağı olduğunda bir ittifak oluşmuşsa da bu rivâyetlerin doğrudan sünneti belirleyici oldukları henüz kabul edilmemişti. O nedenle gerek Ebû Ḥanîfe gerekse de Mâlik daha güçlü delillerle çelişen ḫaber-i vâḥidleri reddetmede tereddüt etmiyorlardı. Ancak ehl-i ḥadîs̱in olağanüstü çabaları neticesinde ḫaber-i vâḥidin teşrîʿ değeri hicrî ikinci asrın sonları ve üçüncü asır itibarıyla çok hızlı bir ivmeyle yükselmiş ve sünnetle aynîleşen bir otoriteye ulaşmıştır. Bu durum sonraki mezhep müntesiplerini kimi konularda mezhep imâmlarının görüşlerini dahi terk ederek bu rivâyetleri esas almaya sevk etmiştir. Şevvâl orucu konusunda da gerçekleşen süreç bu şekildedir. Bu tez, sünnî mezheplerin hangi dönemler ve süreçler içerisinde Şevvâl orucunu müstehab kabul ettiğini belirlemeye çalışan bir bölüm ve konuyla ilgili vârid olan rivayetlerin değerlendirmesini yapan bir diğer bölüm ile iki başlık altında ortaya konacaktır. Buna göre Mâlikî ve Ḥanefî mezheplerinde hüküm rivayetlerin etkisiyle hicrî dördüncü asır itibarıyla başlayan te’vil faaliyetleri neticesinde mekruhtan müstehâba dönüşmüştür. Şâfiʿî mezhebinde başlangıçta kurucu imamlardan konu hakkında görüş sâdır olmasa da hicrî beşinci asırda; Ḥanbelî mezhebinde ise temel gayesi rivayetleri merkeze alan bir din anlayışı geliştirmek olan kurucu imam Aḥmed b. Ḥanbel’in bizzat kendisiyle birlikte müstehab olduğu kabul edilmeye başlanmıştır. Konuyla ilgili rivayetler incelendiğinde Muslim’in Ṣaḥîḥ’inde de nakledilen  Saʿd b. Saʿîd rivayetinin esas alındığı, ancak bu rivayetin de hem sened hem metin bakımından eleştirilere maruz kaldığı görülmektedir. Aynı rivayetin mevkûf olarak bir sahâbî görüşü şeklinde de kimi kaynaklarda nakledilmesi ve bir iyi amelin on katına kadar sevâb ile karşılık bulacağına ilişkin ayete atıf yapan çok sayıda çıkarım ve rivayet bir arada değerlendirilince varılabilecek muhtemel sonuç şu şekildedir: Mâlik’in ifade ettiği gibi ilk iki asırda böyle bir uygulama İslam toplumunda bilinmemektedir. Bu yönde ortaya çıkan rivayetler, Hz. Peygamber’in vefatından sonra muhtemelen sahabe döneminde Ramazan’da oruca alışan bünyenin ardından Şevval’de de altı gün oruç tutması halinde her amele on katı sevap verileceğine ilişkin ayetin fehvasınca tüm seneyi oruçlu gibi geçirmiş olacağı çıkarımı yapılmıştır. Neticede aslen zaten tavsiye edilen bir amel olan oruç tutma hakkında olduğu için bu yönde bir ameli teşvik etmek isteyenlerce üretilen rivayetler hadis sıhhat kriterlerinin filtresinde geçebilmiş görünmektedir. Hadislerin kazandığı güçlü otorite karşısında daha sonraki mezhep müntesipleri de imamlarının görüşü ile söz konusu rivayetler arasında bir te’vil faaliyetine girmişler ve neticede rivayetler istikametinde mezhep görüşünü şekillendirmişlerdir.
ISSN:2528-9861
2528-987X