Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden Tanımlanması

Fıkıh usûlünün en temel meselelerinden biri olan hüküm konusu, usûl tartışmalarının mihenk noktasını oluşturur. Özellikle ilk dönemden itibaren hüsün ve kubuh meselesi ile Allah’ın kelam sıfatı başta olmak üzere kelamî eğilimlerle birlikte ele alınarak değerlendirilmeye tabi tutulan hükmün tanımında...

Full description

Bibliographic Details
Main Author: Temel Kacır
Format: Article
Language:Turkish
Published: Cumhuriyet University 2018-12-01
Series:Cumhuriyet İlahiyat Dergisi
Subjects:
Online Access:https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/37971/451916?publisher=cumhuriyet
id doaj-4065c421d5cc445bb89d0e90049abe62
record_format Article
collection DOAJ
language Turkish
format Article
sources DOAJ
author Temel Kacır
spellingShingle Temel Kacır
Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden Tanımlanması
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi
i̇slam hukuku
hüküm
hitabullah
hitabuşşer‘
şer‘î
islamic law
the rule
khiṭāb of the god
khiṭāb of the sharī‘ah
lawful
author_facet Temel Kacır
author_sort Temel Kacır
title Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden Tanımlanması
title_short Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden Tanımlanması
title_full Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden Tanımlanması
title_fullStr Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden Tanımlanması
title_full_unstemmed Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden Tanımlanması
title_sort şer‘î hükmün hitabullah üzerinden tanımlanması
publisher Cumhuriyet University
series Cumhuriyet İlahiyat Dergisi
issn 2528-9861
2528-987X
publishDate 2018-12-01
description Fıkıh usûlünün en temel meselelerinden biri olan hüküm konusu, usûl tartışmalarının mihenk noktasını oluşturur. Özellikle ilk dönemden itibaren hüsün ve kubuh meselesi ile Allah’ın kelam sıfatı başta olmak üzere kelamî eğilimlerle birlikte ele alınarak değerlendirilmeye tabi tutulan hükmün tanımındaki “hitabullah” kaydının araştırmaya değer bir konu olduğu muhakkaktır. Zira hükmün tanımındaki bu kayıt, fıkhın menşeinin vahiy olduğunu ve hükme ulaşmada beşer aklının ötelenmediğini –detaya yönelik farklılık olsa da- vurgulamakla birlikte içtihat ile elde edilen hükmün geçerliliğinin/şer‘îliğinin ancak ilahî iradeyi temsil eden hitap kavramı/vahiy üzerinden kurulacak irtibata bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda tarihi süreç içerisinde hükmün nasıl tanımlandığı, hitabullah kaydının kelamî boyutu ve bu kaydın usûlî tartışmalara yönelik etkisinin ne olduğu büyük bir önem arz etmektedir.  İşte bu makalede biz, tarihi süreç içerisinde hükmün nasıl tanımlandığını ortaya koyarak hükmün tanımındaki “hitabullah” kaydının şer‘î delillere yönelik herhangi bir sınırlama getirip getirmediğini ve hükmün şer‘îlik vasfının nassın nazmı ile sınırlı olup olmadığını araştırmayı hedeflemekteyiz.ÖzetFıkıh usûlünün en temel meselelerinden bir olan hüküm konusu, usûl tartışmalarının mihenk noktasını oluşturur. Özellikle ilk dönemden itibaren hüsün ve kubuh meselesi ile Allah’ın kelam sıfatı başta olmak üzere kelamî eğilimlerle birlikte ele alınarak değerlendirilmeye tabi tutulan hükmün tanımındaki “hitabullah” kaydının araştırmaya değer bir konu olduğu muhakkaktır. Zira hükmün tanımındaki bu kayıt, fıkhın menşeinin vahiy olduğunu ve hükme ulaşmada beşer aklının ötelenmediğini –detaya yönelik farklılık olsa da- vurgulamakla birlikte içtihat ile elde edilen hükmün geçerliliğinin/şer‘îliğinin ancak ilahî iradeyi temsil eden hitap kavramı/vahiy üzerinden kurulacak irtibata bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Genel olarak Fıkıh usûlünde, Şâri‘in mükelleflerin fillerine ilişkin hitabı ya da hitabın eseri olarak tanımlanması yaygınlık kazanan şer‘î hükme yönelik İlk dönemlerde farklı izahlara rastlanılmakta ise de günümüzdeki yaygın tanımın Hicrî V. (XI) asrın sonlarına doğru şekillenmeye başladığı anlaşılmaktadır. Bu şekillenmede Gazzâlî’nin etkisinin olduğu açıktır. Zira Gazzâlî hükmü, “Mükellefin fiilleriyle ilgili şer‘î hitap” şeklinde tanımlamış, daha sonra bu tanıma Râzî ve Beyzâvî “iktiza ve tahyir” kaydını, İbn Hacib de “vaz‘an”  kaydını ilave etmiştir. Mütekellimin metodunda İbn Hacib’in tanımı tercih edilirken Fukaha metodunda ise, “Hitapla sabit olan şey”, “Şâr‘iin hitabının eseri” şeklinde birbirine benzer tanımlar yapılmıştır.Gazzâlî ile birlikte hükmün tanımına yerleşen ve sonraki dönemlerde tanımın ana ögesi haline gelen hitap kavramının yorumlanmasında öncelikle husün-kubuh meselesi ile Allah’ın kelam sıfatı gibi bazı kelamî tartışmaların etkili olduğu anlaşılmaktadır. Eşyanın/fiilin özünde güzellik ve çirkinlik vasfının bulunmadığını söyleyen Eş‘arî geleneğine mensup usûlcüler ile bu vasfın keşf ve tespitinin aklî, hükmünün ise şer‘î olduğunu söyleyen Mâtürîdî ekolüne mensup usûlcüler, mükellefiyeti şer‘ ile başlatmış ve bu görüşlerine uygun olarak da hükmü hitap üzerinden tanımlamışlardır. Güzellik ve çirkinliğin eşyanın/fiilin zatî bir vasfı olduğunu söyleyen Mu‘tezile ekolüne mensup usûlcüler ise kelamî anlayışlarına uygun olarak hükmü hitap üzerinden tanımlamamışlardır. Allah’ın ezelî kelamı ile birlikte değerlendirilmeye tabi tutulan hitap lafzı, muhatabın varlığının zorunlu olup olmamasına göre farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Kelamın hitaba dönüşmesinde muhatabın varlığını gerekli gören başta İmam Eş‘arî olmak üzere mütekaddimîn Eş‘arîler, ezelî kelamı hitap olarak isimlendirmemiştir. Bu gerekliliği kabul etmeyen müteahhirîn Eş‘arîler ise ezelî kelamı hitap olarak isimlendirmiştir. Hükmü hitab ile aynileştiren Eş‘arî ekolüne mensup usûlcülerin bu iki yaklaşımdan birincisi hükmün hâdisliği problemini doğurmuştur ki bu Mu‘tezilenin eleştirisine maruz kalmıştır. Bu eleştirilere Eş‘arîler, taalluk-ı tencîzî üzerinden cevap vermişlerdir. Hâlbuki hükmün hâdis olduğunu kabul eden Mâtürîdî ve Mu‘tezile ekolüne mensup usûlcüler Allah’ın kelam sıfatının hitap olarak isimlendirilmesini bir problem olarak görmemiştir.  Tarihi seyri incelendiğinde hükmün tanımında dikkat çeken hususlardan birinin hitab lafzının kullanımın olduğu görülecektir. Zira hitab lafzı bazen mutlak olarak yani izafetsiz kullanılmış, bazen Allah lafzına, bazen şer‘ veya Şâri‘ lafzına izafe edilerek kullanılmıştır. Bu terkiplerden özellikle usûlî olarak açıklanması gereken hitabullah terkibidir. Zira bu terkip, hükmün kapsamını diğerlerine nazaran daha fazla daraltmış, aynı zamanda diğer şer‘î deliller ile sabit olanların hitap kapsamına nasıl dâhil edileceği sorusunu gündeme getirmiştir. Öyle ki bunu gerekçe gösteren Tûfî gibi bazı usûlcüler farklı tanım dahi önermişlerdir. Genel olarak diğer delillerle sabit olanların hitap kapsamında olduğu kabul edilmesine rağmen tanımda zikredilen hitabullah kaydına yönelik farklı açıklamalar da yapılmıştır. Hitabı, kelam-i ezelî ya da kelam-i lafzî olarak kabul eden geleneksel yorum anlayışında hüküm yalnızca hitabullah ile sınırlı değildir. Çünkü ya bütün deliller kelam-i ezelî olan hitap kapsamında ya da Kitap dışındaki diğer deliller kelam-i lafzî olan hitap kapsamındadır. Bu nedenle diğer deliller ile sabit olan her bir sonuç, hükm-i şer‘îdir. Ancak hitap kapsamında olan her bir hüküm eşit seviyede de değildir. Çünkü sübût ve delalet bakımından kesin olan her bir hüküm, Allah ya da peygamberin sözü olarak nitelenen hakikî hüküm iken; içtihat yoluyla müçtehidin kendi değer yargısına göre hitap kapsamına dâhil edilen her bir hüküm zahirî hükümdür. Bu tür hükümler kesinlik ifade etmemekte, ayrıca bunların Allah ya da peygamberin sözü olarak nitelendirilmesi de caiz görülmemektedir. Böylece tanımda zikredilen hitabullah kaydının şer‘î delillere yönelik herhangi bir sınırlama getirmediği net olarak anlaşılmaktadır.Kesinlik ifade etmeyen hükümlerin hitap kapsamına dâhil edilerek şer‘î hüküm olarak kabul edilmesini de bir tezat olarak görmemekteyiz. Zira içtihat, ilkten hüküm koyma değil, var olan hükmü keşfetmektir. İçtihat yoluyla elde edilen hükmün şer‘îliği/geçerliliği, doğrudan ya da dolaylı olarak ilahi iradeyi temsil eden hitaptan/şer‘î kaynaktan usûlüne uygun olarak çıkarılmasıyla gerçekleşmektedir. Ayrıca bize göre bu şer‘îlik, salt hitabın nazmı ya da mefhumu ile sınırlı olmayıp hitabın makûlünü de kapsamaktadır. Zira sınırlı olan naslarla sınırsız olayları çözüme kavuşturmak zor, hatta imkânsızdır. Nitekim usulcülerin çoğunluğu da bu görüştedir. Bu durumda kaynak ve metot uygunluğu içerisinde elde edilen her bir sonucun/hükmün, hata ihtimalini ve zannîliği barındırmasına rağmen, ilahî iradeyi temsil eden hitap kapsamına dâhil edilerek şer‘î hüküm vasfına sahip olduğunu kabul etmenin önünde her hangi bir engel bulunmamaktadır.
topic i̇slam hukuku
hüküm
hitabullah
hitabuşşer‘
şer‘î
islamic law
the rule
khiṭāb of the god
khiṭāb of the sharī‘ah
lawful
url https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/37971/451916?publisher=cumhuriyet
work_keys_str_mv AT temelkacır serihukmunhitabullahuzerindentanımlanması
_version_ 1724521805098516480
spelling doaj-4065c421d5cc445bb89d0e90049abe622020-11-25T03:43:02ZturCumhuriyet UniversityCumhuriyet İlahiyat Dergisi2528-98612528-987X2018-12-012221221124710.18505/cuid.4519162Şer‘î Hükmün Hitabullah Üzerinden TanımlanmasıTemel Kacır0CELÂL BAYAR ÜNİVERSİTESİ, İLAHİYAT FAKÜLTESİ, TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BÖLÜMÜFıkıh usûlünün en temel meselelerinden biri olan hüküm konusu, usûl tartışmalarının mihenk noktasını oluşturur. Özellikle ilk dönemden itibaren hüsün ve kubuh meselesi ile Allah’ın kelam sıfatı başta olmak üzere kelamî eğilimlerle birlikte ele alınarak değerlendirilmeye tabi tutulan hükmün tanımındaki “hitabullah” kaydının araştırmaya değer bir konu olduğu muhakkaktır. Zira hükmün tanımındaki bu kayıt, fıkhın menşeinin vahiy olduğunu ve hükme ulaşmada beşer aklının ötelenmediğini –detaya yönelik farklılık olsa da- vurgulamakla birlikte içtihat ile elde edilen hükmün geçerliliğinin/şer‘îliğinin ancak ilahî iradeyi temsil eden hitap kavramı/vahiy üzerinden kurulacak irtibata bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda tarihi süreç içerisinde hükmün nasıl tanımlandığı, hitabullah kaydının kelamî boyutu ve bu kaydın usûlî tartışmalara yönelik etkisinin ne olduğu büyük bir önem arz etmektedir.  İşte bu makalede biz, tarihi süreç içerisinde hükmün nasıl tanımlandığını ortaya koyarak hükmün tanımındaki “hitabullah” kaydının şer‘î delillere yönelik herhangi bir sınırlama getirip getirmediğini ve hükmün şer‘îlik vasfının nassın nazmı ile sınırlı olup olmadığını araştırmayı hedeflemekteyiz.ÖzetFıkıh usûlünün en temel meselelerinden bir olan hüküm konusu, usûl tartışmalarının mihenk noktasını oluşturur. Özellikle ilk dönemden itibaren hüsün ve kubuh meselesi ile Allah’ın kelam sıfatı başta olmak üzere kelamî eğilimlerle birlikte ele alınarak değerlendirilmeye tabi tutulan hükmün tanımındaki “hitabullah” kaydının araştırmaya değer bir konu olduğu muhakkaktır. Zira hükmün tanımındaki bu kayıt, fıkhın menşeinin vahiy olduğunu ve hükme ulaşmada beşer aklının ötelenmediğini –detaya yönelik farklılık olsa da- vurgulamakla birlikte içtihat ile elde edilen hükmün geçerliliğinin/şer‘îliğinin ancak ilahî iradeyi temsil eden hitap kavramı/vahiy üzerinden kurulacak irtibata bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Genel olarak Fıkıh usûlünde, Şâri‘in mükelleflerin fillerine ilişkin hitabı ya da hitabın eseri olarak tanımlanması yaygınlık kazanan şer‘î hükme yönelik İlk dönemlerde farklı izahlara rastlanılmakta ise de günümüzdeki yaygın tanımın Hicrî V. (XI) asrın sonlarına doğru şekillenmeye başladığı anlaşılmaktadır. Bu şekillenmede Gazzâlî’nin etkisinin olduğu açıktır. Zira Gazzâlî hükmü, “Mükellefin fiilleriyle ilgili şer‘î hitap” şeklinde tanımlamış, daha sonra bu tanıma Râzî ve Beyzâvî “iktiza ve tahyir” kaydını, İbn Hacib de “vaz‘an”  kaydını ilave etmiştir. Mütekellimin metodunda İbn Hacib’in tanımı tercih edilirken Fukaha metodunda ise, “Hitapla sabit olan şey”, “Şâr‘iin hitabının eseri” şeklinde birbirine benzer tanımlar yapılmıştır.Gazzâlî ile birlikte hükmün tanımına yerleşen ve sonraki dönemlerde tanımın ana ögesi haline gelen hitap kavramının yorumlanmasında öncelikle husün-kubuh meselesi ile Allah’ın kelam sıfatı gibi bazı kelamî tartışmaların etkili olduğu anlaşılmaktadır. Eşyanın/fiilin özünde güzellik ve çirkinlik vasfının bulunmadığını söyleyen Eş‘arî geleneğine mensup usûlcüler ile bu vasfın keşf ve tespitinin aklî, hükmünün ise şer‘î olduğunu söyleyen Mâtürîdî ekolüne mensup usûlcüler, mükellefiyeti şer‘ ile başlatmış ve bu görüşlerine uygun olarak da hükmü hitap üzerinden tanımlamışlardır. Güzellik ve çirkinliğin eşyanın/fiilin zatî bir vasfı olduğunu söyleyen Mu‘tezile ekolüne mensup usûlcüler ise kelamî anlayışlarına uygun olarak hükmü hitap üzerinden tanımlamamışlardır. Allah’ın ezelî kelamı ile birlikte değerlendirilmeye tabi tutulan hitap lafzı, muhatabın varlığının zorunlu olup olmamasına göre farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Kelamın hitaba dönüşmesinde muhatabın varlığını gerekli gören başta İmam Eş‘arî olmak üzere mütekaddimîn Eş‘arîler, ezelî kelamı hitap olarak isimlendirmemiştir. Bu gerekliliği kabul etmeyen müteahhirîn Eş‘arîler ise ezelî kelamı hitap olarak isimlendirmiştir. Hükmü hitab ile aynileştiren Eş‘arî ekolüne mensup usûlcülerin bu iki yaklaşımdan birincisi hükmün hâdisliği problemini doğurmuştur ki bu Mu‘tezilenin eleştirisine maruz kalmıştır. Bu eleştirilere Eş‘arîler, taalluk-ı tencîzî üzerinden cevap vermişlerdir. Hâlbuki hükmün hâdis olduğunu kabul eden Mâtürîdî ve Mu‘tezile ekolüne mensup usûlcüler Allah’ın kelam sıfatının hitap olarak isimlendirilmesini bir problem olarak görmemiştir.  Tarihi seyri incelendiğinde hükmün tanımında dikkat çeken hususlardan birinin hitab lafzının kullanımın olduğu görülecektir. Zira hitab lafzı bazen mutlak olarak yani izafetsiz kullanılmış, bazen Allah lafzına, bazen şer‘ veya Şâri‘ lafzına izafe edilerek kullanılmıştır. Bu terkiplerden özellikle usûlî olarak açıklanması gereken hitabullah terkibidir. Zira bu terkip, hükmün kapsamını diğerlerine nazaran daha fazla daraltmış, aynı zamanda diğer şer‘î deliller ile sabit olanların hitap kapsamına nasıl dâhil edileceği sorusunu gündeme getirmiştir. Öyle ki bunu gerekçe gösteren Tûfî gibi bazı usûlcüler farklı tanım dahi önermişlerdir. Genel olarak diğer delillerle sabit olanların hitap kapsamında olduğu kabul edilmesine rağmen tanımda zikredilen hitabullah kaydına yönelik farklı açıklamalar da yapılmıştır. Hitabı, kelam-i ezelî ya da kelam-i lafzî olarak kabul eden geleneksel yorum anlayışında hüküm yalnızca hitabullah ile sınırlı değildir. Çünkü ya bütün deliller kelam-i ezelî olan hitap kapsamında ya da Kitap dışındaki diğer deliller kelam-i lafzî olan hitap kapsamındadır. Bu nedenle diğer deliller ile sabit olan her bir sonuç, hükm-i şer‘îdir. Ancak hitap kapsamında olan her bir hüküm eşit seviyede de değildir. Çünkü sübût ve delalet bakımından kesin olan her bir hüküm, Allah ya da peygamberin sözü olarak nitelenen hakikî hüküm iken; içtihat yoluyla müçtehidin kendi değer yargısına göre hitap kapsamına dâhil edilen her bir hüküm zahirî hükümdür. Bu tür hükümler kesinlik ifade etmemekte, ayrıca bunların Allah ya da peygamberin sözü olarak nitelendirilmesi de caiz görülmemektedir. Böylece tanımda zikredilen hitabullah kaydının şer‘î delillere yönelik herhangi bir sınırlama getirmediği net olarak anlaşılmaktadır.Kesinlik ifade etmeyen hükümlerin hitap kapsamına dâhil edilerek şer‘î hüküm olarak kabul edilmesini de bir tezat olarak görmemekteyiz. Zira içtihat, ilkten hüküm koyma değil, var olan hükmü keşfetmektir. İçtihat yoluyla elde edilen hükmün şer‘îliği/geçerliliği, doğrudan ya da dolaylı olarak ilahi iradeyi temsil eden hitaptan/şer‘î kaynaktan usûlüne uygun olarak çıkarılmasıyla gerçekleşmektedir. Ayrıca bize göre bu şer‘îlik, salt hitabın nazmı ya da mefhumu ile sınırlı olmayıp hitabın makûlünü de kapsamaktadır. Zira sınırlı olan naslarla sınırsız olayları çözüme kavuşturmak zor, hatta imkânsızdır. Nitekim usulcülerin çoğunluğu da bu görüştedir. Bu durumda kaynak ve metot uygunluğu içerisinde elde edilen her bir sonucun/hükmün, hata ihtimalini ve zannîliği barındırmasına rağmen, ilahî iradeyi temsil eden hitap kapsamına dâhil edilerek şer‘î hüküm vasfına sahip olduğunu kabul etmenin önünde her hangi bir engel bulunmamaktadır.https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/37971/451916?publisher=cumhuriyeti̇slam hukukuhükümhitabullahhitabuşşer‘şer‘îislamic lawthe rulekhiṭāb of the godkhiṭāb of the sharī‘ahlawful