İlk Dönem Vehhâbî Düşüncesinde İçtihadın Konumu ve Fıkhî Bir Mezhebe Bağlılığın Manası
Öz: Vehhâbîliğin kurucusu Muhammed b. Abdülvehhâb (ö. 1206/1792) içtihat kapısının açık olduğunu söyleyenlerin tarafında yer alır. Ona göre hakikatin bilgisinin devamı içtihadın devamlılığına bağlıdır ve her dönemde, o dönemin sorunlarına uygun şekilde nasları yorumlayacak müçtehitler bulunur. Sonra...
Main Author: | |
---|---|
Format: | Article |
Language: | Turkish |
Published: |
Cumhuriyet University
2017-12-01
|
Series: | Cumhuriyet İlahiyat Dergisi |
Subjects: | |
Online Access: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/29944/307556?publisher=cumhuriyet |
Summary: | Öz:
Vehhâbîliğin kurucusu Muhammed b. Abdülvehhâb (ö.
1206/1792) içtihat kapısının açık olduğunu söyleyenlerin tarafında yer alır.
Ona göre hakikatin bilgisinin devamı içtihadın devamlılığına bağlıdır ve her
dönemde, o dönemin sorunlarına uygun şekilde nasları yorumlayacak müçtehitler
bulunur. Sonraki ulemâ da içtihatla ilgili düşünceleri bu zeminde
geliştirmiştir. Vehhâbî düşüncesi; mezhebi, sistematik bir bütün olarak tarif
etmez. Onlara göre mezhep içtihada konu olabilen meselelerde müçtehitlerin
delile dayalı olarak tercih ettikleri hükümdür. Bu yaklaşımla “Mezhebimiz Ahmed
b. Hanbel’in (ö. 241/855) mezhebidir” sözünden ne kastedildiğini anlatmaya
çalışmışlardır. Bu kabul edişin diğer mezhep mensuplarının yaptığı gibi mezhep
imamlarının sözlerinin Kitap ve sünnetin önüne geçirilmesi anlamındaki taklit
olmadığı ileri sürülmüştür. Gerek Vehhâbîliğin kurucusu Muhammed b.
Abdülvehhâb, gerekse tabileri içtihat, mezhep, taklit, ittiba, ihtilaf
hususundaki düşüncelerini Hanbeli mezhebi, İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve İbnü’l-Kayyim’in (ö.
751/1350) kullandığı delillere dayandırarak temellendirmişlerdir. Bizim bu
makaledeki amacımız ise Vehhâbî düşüncesini oluşturan ilk kaynaklarda içtihat,
taklit, mezhep, ihtilaf gibi mevzulara nasıl yaklaşıldığını tespit etmektir. İlk
dönem Vehhâbî kaynaklarında ıstılahî anlamda fıkhî tanımlamalar bulmak mümkün
değildir. Konular ya bir sorunun/fetvanın ya da bir eleştirinin cevabı
çerçevesinde ele alınmıştır. Bu sebepten dolayı yöntemimiz ilk dönem
düşünürlerin görüşlerinden hareketle “İlk Dönem Vehhâbî Düşüncesinde İçtihadın
Konumu ve Fıkhî Bir Mezhebe Bağlılığın Manası” ilgili bir sonuca ulaşmak
şeklinde olacaktır.
Özet: İslâm dünyasında ıslah düşüncelerinin ortaya
çıktığı dönemlere yakın bir zamanda başlayan Vehhâbî hareketinin onlarla bağı
ve benzerliği birkaç sebepten dolayı tereddütle karşılanmıştır. Vehhâbî
hareketi mensuplarının, insanların inancının ıslahı konusunda toleranssız
olmaları ve tekfir kavramını çok fazla kullanmaları bu sebeplerin başında
gelmektedir. Diğer bir sebep ise Muhammed b. Abdülvehhâb’ın (ö. 1206/1792)
hiçbir dinî disiplini ve kişiyi otorite olarak kabul etmemesidir. Vehhâbî
düşünürlerin inanca ilişkin yerleşik uygulamalara, içtihada, taklide, mezhep
taassubuna karşı geliştirdiği tepki ve söylemler, birçok itirazı ve eleştiriyi
beraberinde getirmiştir.
Vehhâbîliğin kurucusu Muhammed b. Abdülvehhâb içtihat
kapısının açık olduğunu söyleyenlerin tarafında yer alır. Ona göre hakikatin
bilgisinin devamı içtihadın devamlılığına bağlıdır ve her dönemde, o dönemin
sorunlarına uygun şekilde nasları yorumlayacak müçtehitler bulunur. Ona göre
naslarda doğruluğu beyan edilmemiş bir takım ihtilaflı meselelerde bir müminin
bütün gayretini Allah ve Resûlü’nün emrini anlamaya sarfetmesi ve onunla amel
etmesi gerekir. Muhammed b. Abdülvehhâb Kur’an ve sünneti anlamak için müçtehit
olma şartını aramaz. O yüzden müçtehit olmayanların dinin hükümlerini anlamak
için bir mezhebi taklit etmesinin gerekli olduğunu iddia edenlere karşı
çıkmıştır. Ona göre Kur’an ve sünneti anlamak için istitâati olan herkes
içtihat etmelidir. Allah’a ve Kur’an öğretilerine karşı insan yapımı hukuka
körü körüne bağlılık şirkin bir benzeridir. Fakihler insandırlar ve yanılmaz
değildirler. Sonraki ulemâ da içtihat ve taklitle ilgili düşüncelerini bu
zeminde geliştirmiştir.
Vehhâbîler, ulemânın taklit edilmesini tamamen
reddetmediklerini, kabul etmedikleri şeyin mutlak müçtehitlerin dışında
kimsenin içtihat edemeyeceği iddiası olduğunu söylemektedirler. Delile
dayanarak bir görüşü kabul etmek anlamındaki ittibâı delile rağmen taklit
etmekten ayıran Vehhâbî ulemâ, fetva verme ve fetvayı kabul etme kriterlerini
içtihat etmek ve Kur’an ve sünnetten delili olana veya iki asla muvafık olan
âlimlerin kavline ittibâ şeklinde belirlemiştir.
Vehhâbîler’e göre usûlde yani akaid sahasında içtihat
caiz olmadığı gibi taklit de câiz değildir. Kişinin akaid ve ibadetler
konusunda Allah ve Resûlü’nün neyi emrettiğini, neyi yasakladığını öğrenmesi
gerekir. İbn Abdülvehhâb fürûda taklidi ise birçok görüşten, kaynaklara
ulaşamama ve onları değerlendirmeye vakit bulamama gibi zaruri durumlarda câiz
olduğunu kabul etmiştir.
Muhammed b. Abdülvehhâb’a göre ümmetin âlimlerinin
ihtilâfının rahmet olduğu düşüncesi bâtıldır. Ona göre âlimlerin ittifakı
hüccet, birliği rahmettir. Buna rağmen ihtilaf edilen bir meselede izlenecek
yol, meselenin ilk etapta mezhep görüşlerine değil Kur’an ve sünnete arzıdır.
İhtilafın sahasını da belirleyen Muhammed b. Abdülvehhâb selef ve halefin,
nassın beyan etmediği fürû konularında ihtilâf ettiğini; bu tür meselelerde
mümine düşen görevin Allah ve Resûlü’nün kastının ne olduğunu araştırmak, hata
etse bile ulemâya saygı göstermek olduğunu söylemiştir. Ancak ona göre ulemâya
saygı göstermek ihtilâflı meselelerde delile rağmen, “onlar bizden daha iyi
bilirler” demek şeklinde değildir.
Vehhâbî
düşüncesi; mezhebi, sistematik bir bütün olarak tarif etmez. Onlara göre mezhep
içtihada konu olabilen meselelerde müçtehitlerin delile dayalı olarak tercih
ettikleri hükümdür. Bu yaklaşımla “Mezhebimiz Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855)
mezhebidir” sözünden ne kastedildiğini anlatmaya çalışmışlardır. Bu kabul
edişin diğer mezhep mensuplarının yaptığı gibi mezhep imamlarının sözlerinin
Kitap ve sünnetin önüne geçirilmesi anlamındaki taklit olmadığı ileri
sürülmüştür. Muhammed b. Abdülvehhâb ve tâbileri hareketin beşinci ve yeni bir
mezhep olmadığını, Hanbelî mezhebine mensup olduklarını kimseyi fıkhî, kelâmî,
sûfî herhangi bir oluşuma yönlendirmediklerini birçok yerde vurgulamaktadır.
Bununla birlikte mezheplerin din olmadığını, yeni bir mezhep amaçlansa bile
bunun sakıncası olmayacağını söylemektedirler. Mezhep taassubu olmaksızın
Hanbelîlik vurgusu yapılmakla birlikte delilin kuvvetli olduğu yerde diğer
mezhep görüşlerinin alınmasının zaruri olduğu ifade edilmektedir. Hanbelîlik
vurgusu ile yeni bir mezhep olmadıkları söylemlerini de desteklemiş
olmaktadırlar. Ancak aklî ve naklî delilleri kabul etme ve kullanma usûlü
konusunda Hanbelî mezhebi hakkındaki genel tasvir, diğer mezheplerden daha katı
bir yaklaşıma sahip olduğu şeklindedir. Buna bağlı olarak da Vehhâbîler, tasvir
biraz daha katılaştırılarak tanımlanmaktadır.
Muhammed b. Abdülvehhâb, mezheplerin belirli
hükümlerini almak yerine hükme varmak için onların metodolojilerini kullanmış,
taassubu ve mezheplerin neredeyse Allah’a eşit derecede otorite olmasını
reddetmiş hükümlerinin alınmasını kabul etmiştir. Kitap, sünnet ve icmâ birinci otorite kabul
edilmiş ve ümmetin cumhuruna aykırı olunmadığı müddetçe dört mezhep inkâr
edilmemiştir. Delilin bulunduğu yerde başka bir mezhebin hükmüyle amel etmek
konusunda İbn Teymiyye’ye (ö. 728/1328) tâbi olan Vehhâbîler, hiçbir sebep
yokken veya dünyevî bir sebeple mezhep değiştirmenin câiz olmadığı
görüşündedir.
Vehhâbîler mezheplerin inkârı şeklinde açık bir tutum
sergilememekle birlikte, hükümlere doğrudan ulaşma, delile uygun hüküm hangi
mezhepte ise alma gibi söylemleriyle mezhepler üstü bir yaklaşım
geliştirmişlerdir. Nitekim bu konuda yapılan eleştirilerden biri de, her bir
mezhepten kendilerine uygun buldukları görüşleri aldıkları kalanları ilga
ettikleridir.
İlk dönem Vehhâbî ulemâsı içtihat, taklit, mezhep,
ittiba, ihtilaf gibi hususlardaki düşüncelerini Hanbelî mezhebi, İbnü’l-Kayyim
(ö. 751/1350) ve özellikle İbn Teymiyye’nin kullandığı delillere dayandırarak
temellendirmişlerdir. Bu sebepten dolayı kendilerine has bir düşünce sistemine
sahip olduklarını söylemek mümkün değildir. Bu husus da dikkate alındığında
makale konusu olan meselelerde Vehhâbî düşünürlerin hemen hepsinin yönteme dair
yaklaşımlarını üç maddede toplamak mümkün görünmektedir. Birincisi dinin
hükümlerini anlamak için istitâati olanın içtihat etmesinin zaruriliği,
ikincisi ihtilaf durumunda meselelerin Kur’an ve sünnete arzı; üçüncüsü delilin
varlığının her türlü mezhep görüşünü geçersiz kılmasıdır. |
---|---|
ISSN: | 2528-9861 2528-987X |